
Cin Fikirli Gutenberg
Sekizinci yüzyılda Japon imparatoriçe Shotoko; Budizm metinlerini Çin alfabesiyle bastırır. Yine aynı çağlarda bir Çinlinin porselen harflerle baskı yapmayı denediği bilinmektedir. Aynı uygarlığa sınır komşuluğu yapan Uygurların da dokuzuncu yüzyıldan itibaren baskı yaptığı bilinir.
Doğunun zenginliğini görmezden gelerek, bütün uygarlık tarihinin kendisinden başladığı illüzyonuna insanoğlunu inandıran Batı toplumu, matbaa makinesinin icadını da 600 yıl sonraya, 1450 tarihine çeker ve cin fikirli Johann Gutenberg’e mal eder.
Gutenberg, ortağı Fust’un sermayesiyle tek tek metal harflerle seri baskı tekniğini uygulamaya başlamıştır o tarihlerde.
Dönemin feodal toplumunda ise çocuklar, erişkinlerle eşdeğer bir konumda yaşam sürmekte, aynı ortamlarda yaşamaktadırlar.
Yani çocuk ile büyük denktir. Hiçbir büyüğün ya da anne babanın, çocuğunu steril ortamlarda “özel” yetiştirmek gibi bir derdi yoktur. Önüne geleni yer, gösterilen yerde yatar. Henüz makineleşmemiş kaderci toplumun herhangi bir ferdi olarak; hayatın anne babasına sunduğu parçadan payına düşenle yetinir gözlerini kapayana dek: çiftçi de olsa, asilzade de olsa.
Endüstri toplumuna geçiş süreci kol kuvvetine ve becerikli işçilere ihtiyaç duyar. İşçi ihtiyacında artışın sonucu da kırsaldan kente göç demektir. Makineleşme çağı insanları köylerinden şehirlere çağırmakla kalmaz, daha nitelikli kol kuvveti olsunlar diye onlaraı eğitilmeye zorlar. Kente göç eden aileler geniş aile tipolojisinden çekirdek aile tipolojisine dönüşmeye başlarlar.
Matbaanın icadı sonrası kitap basımının kolaylaşması da; okuma yazma becerisini asilzadelerin imtiyazı olmaktan çıkarır, nüfusun tabanına yaygınlaştırır. Birer ikişer okullar boy gösterir.
Giderek daha çok insan okumayı yazmayı başaracak, aklındakileri başkalarıyla paylaşmanın keyfine varacak, 19. yüzyıl da “aydınlanma çağı” olarak tarihe geçecektir.
Osmanlı topraklarının tepkisi ise kendine özgüdür. Saraya yakın çevreleri korkutan gavur icadı bu makineyle bizim insanımızın iki yüz yıl sonra tanışması bir yana, 19. yüzyılın sonunda bile biraz Kuran okuyacak kadar okumayı becermek yeterliydi. Yazmayı bilmeye gerek de yoktu.
Modern topluma özgü asıl değişimin gerçekleşmesi için ise daha iki dünya savaşı ile dünya haritasının ve zenginliklerinin yeniden paylaşılmasına ihtiyaç vardır.
Bütün bu değişimler çocuğun ve çocukluğun yirminci yüzyıldaki anlamını da değiştirir.
İki yüz yıl önce çevresindeki erişkinlerden ayrı düşünülmeyen çocukluğun yerini, neredeyse özel bir sınıfmış gibi tanımlanan çocukluk alır.
Okullaşma ve öğrenim süresi uzadıkça çocukluk yaşı da uzar. İnsanoğlunu sürekli rekabet etmeye, tüketmeye ve gelecek için kaygılanmaya koşullayan kapital toplumu çocuğu da kendi nesnesi yapmayı başarır.
Çocukluğun tarihini inceleyen bir takım araştırmacılar çocukluk kavramının başlangıcını matbaanın keşfine ve okullaşmanın kurumlaşmasına bağlamaktadırlar. Matbaanın keşfinin okullaşmayı hızlandırdığı, bunun da çocukluğun değerini arttırdığı ve süresini uzattığı öne sürülür.
Yani; sabahın köründe annelerimizle “hadi kalk” savaşları yaptıktan sonra okul yollarına düşmelerimizin ilk ve en büyük sorumluları Gutenberg ve sponsoru Fust.
Çoktan seçmeli eleme testleriyle kuşatılmamızın, tahtaya kalkma korkularımızın, sınıfta kalma acılarımızın da sorumluları.
Adamlar nereden bilsinler, kuyuya attıkları taşın başka toprakların realitesinde nelere mal olacağını.
Milletin teki çıkacak; artan nüfusa bir türlü öğretmen yetiştiremeyecek, zihniyetini yenilemek yerine her sene müfredat kitaplarını yenilecek, bir sınavı başka sınavla değiştirmeyi reform zannedecek, çocuklar okula kaydolurken ve karne alırken öğretmenlerine bahşişler dağıtacaklar, tembel tenekelere bedavadan sınıflar geçirilecek, kimi köylerde devam edecek okul bulunmazken, şehir merkezlerindeki okullar devamsız öğrencileri bekleyecek.
İnsanoğlu; Gutenberg Usta da dahil, uygarlık yolunda büyük armağanlar sunan cin fikirli mucitlere borcunu asla ödeyemez.
Keşke bizim topraklarımızın insanları da onlardan değil de; kendisini cin fikirli zanneden madrabazlardan korkmayı bilselerdi ve keşke; Gutenberg’den 600 yıl sonra bile kız çocuklarımızı jandarma zoruyla okula göndermenin utancını yaşamasaydık.
Ahmet ÇEVİKASLAN

