
Şiddet Çağının Çocukları
Seksenli yıllardan bugüne çocuk ruh sağlığı uzmanları ve eğitimcilerin kafalarını oldukça yoran bir problem var: Bullying. Bu terimi dilimiz için daha anlaşılır kılmak üzere farklı karşılıklar bulunabilir. İsterseniz “kabadayılık” olarak tanımlayalım, isterseniz de “gözdağı vermek” ya da “cebir” diyelim. Bu terimlerin hepsi anladığınız kapıya çıkıyor. En basit tanımı ile korkutarak baskı yapmak veya birilerinin yaşamına zarar vermek amacı ile sık ve uygunsuz yere güç kullanmak anlamına geliyor. Yani ortada bir kıllanma ve zor kullanma durumu var. Ama burada kastedilen, yaşıtlar arasında veya aynı ortamda yaşayan çocuklar arasında, genellikle de okul ortamlarında gözlenen cebir halleri.
Yirmi yıldır ABD’li, Avrupalı bir sürü bilim adamını aldı mı bir merak. Şaşırıyor adamcağızlar. Nesi var bizim çocukların? Medeniyet ise alası bizde, refahsa en alasından bizim çocukların önünde. Onları eğitmek, örnek olmak için elimizden geleni yapıyoruz oysa. Biz topaç gibi çocuklar büyütelim derken, bunlar birbirlerini topaca çevirecek nerdeyse.
Durum gerçekten de onları şaşırtacak kadar vahim. ABD ve Avrupa’da yapılan farklı araştırmaların sonuçları, bu sosyal yaranın sıklığına ilişkin yüzde sekiz ile kırk sekiz arasında oranlar veriyor. Oranlardaki değişimlerin nedenleri çeşitli. Bir kere cebirin de çeşitleri var: Bazen doğrudan, yani sözle sataşarak veya fiziksel şiddet kullanarak. Bazen de dolaylı yoldan, yani ilişkileri yönlendirerek. Dolayısıyla, zorbanın perspektifi bu kadar zengin olunca, sonuçlar da araştırma yöntemine göre bu kadar farklılık gösterebiliyor.
Uzmanlar, bu durumun sadece sıklığını araştırmakla kalmıyorlar elbette. Birbirine kabadayılık yapan çocukların kişilik özellikleri nasıl? Grup dinamiklerinin bunda rolü nedir? Sadece kabadayılığı yapanın değil, mağdurun da kendine göre özellikleri var mı?
Bu durumun her iki tarafta da ruhsal sonuçları nasıl? Ve daha birçok sorunun yanıtının peşindeler.
Bugüne kadar yapılan bazı araştırmaların sonuçlarını kısa kısa geçecek olursak: Yaşıtlarına karşı kabadayılığı seçen çocuklar genellikle yaşadıkları ortamlarda sosyal statüleri iyi konumda, aşırı güvenli ve biraz da cool (burada, “karizmatik” anlamında değil, “küstah” anlamında) olarak tanımlanıyorlar. Ebeveynleri arasında şiddete tanık olanlar bu yönteme daha sık başvurma eğilimindeler. Mağdurlar ise daha fazla depresyon, kaygı ve soyutlanma duyguları yaşıyorlar. Aslında sadece mağdurların değil, zorbaların da sosyal uyumda ve duygu kontrolünde güçlükler yaşadıkları ileri sürülüyor. Mağdurlar daha çok içe dönük olarak tanımlanıyorlar, daha fazla isteksizlik ve psikosomatik belirti yaşadıkları düşünülüyor, hem zorba hem de mağdur duruma düşenlerde dışa vurum ve hiperaktivite davranışlarının, kişiler arası ilişkilerde problemlerin daha sık olduğu vurgulanıyor.
Bulguların şaşırtıcı yönü ise bundan sonrası. Sadece zorbalara ait özelliklerin değil, mağdur duruma düşenlerin özelliklerinin de bu şiddete zemin hazırlayabileceğinden, yani akıllara ziyan bir “zorba-kurban” ilişkisinin dinamiğinden söz ediliyor. Bir anlamda, sadomazohist bir sosyalleşme süreci yaşanıyor. Bu kadarını yakalayan bilim dünyası uslu durmuyor, daha da ileri giderek yaşıtlar arasındaki zorbalıklarda grup dinamiklerinin etkilerine bakıyorlar. Ve görüyorlar ki, bu sosyal sadomazohizmi yaratan bir de grup etkileşimi var, başkalarına da roller düşüyor. Zorbanın yardımcıları, aktif veya pasif destekçileri, kurbanın destekçileri, çanak tutucular, çanak yalayıcılar, dışarıda kalanlar vs vs. Grup dinamiklerine bakılırsa, zorbalar da kurbanlar da neredeyse “kader mahkumu” ilan edilecek.
ABD’li, Avrupalı birçok bilim adamı bu problemle başa çıkmak için de habire öneriler üretiyorlar. Kabadayılığı gelişimin doğal bir parçası kabul eden, hatta özendiren ve zorbayı da popülerleştiren akran kültürünü dönüştürmekten söz ediyorlar. Güvenlik önlemlerini arttırmak, göz hapsine almak, davranışları değiştirmeye zorlamak gibi önlemler yerine okulları ve aileleri de içine alan bütüncül yaklaşımlar daha ağır basıyor.
Gezegenimizin aydınlık yüzünde bilim adamları bu gayretleri sergilerken, karanlık yüzündeki hayat bütün sertliği ile devam ediyor. Akıl almaz arkadaş ve aile cinayetleri gazetelerin üçüncü sayfalarından hiç eksik olmuyor. Televizyonların ana haber bültenleri mide kaldırmaz şiddet görüntülerini salonlarımıza kadar sokuyor. Birkaç yılda bir Balkanlar veya Ortadoğu’da tonlarca füze “barışı savunmak adına”masum insanların başına yağdırılıyor. Silah tüccarları semirdikçe semiriyor. İki lise öğrencisi ellerinde silahlarla okula dalıp arkadaşlarını tarıyorlar, Beş altı yaşında çocuklar, arkadaşlarını “sevmediklerini” bahane ederek öldürebiliyorlar. Vs vs vs. Uygarlığı taşlarla sopalarla başlatan, bugün ise inanılmaz bir teknolojik düzeyi yakalayan insanoğlu giderek saldırganlaşıyor sanki.
19. yüzyıl “aydınlanma çağı” oldu, 20. yüzyıl ise “bilişim çağı”. Çocuklarımız büyüyecekler, bu yüzyılın uygarlığını yaratacaklar ve 21. yüzyıl, bin yıl sonrasının tarihçileri tarafından “şiddet çağı” olarak tanımlanacak belki de.
Bunun önüne geçilebilir mi?
Çocuk psikiyatri kliniklerinde; böyle durumlarda başvurulan bir davranışçı terapi tekniği vardır. Sınıflarında kavga eden çocukların ebeveynleri öğretmenler tarafından bir araya getirilir, tokalaşmaları sağlanır ve çocuklar da bunu görürler. Bir anlamda çocuktaki büyüğe özdeşim mekanizmasından yararlanılarak, önce babalar uzlaştırılır ki çocuklar da uzlaşsın.
Çocuklar arasındaki kabadayılık kültürünü kırmak için çabalayan bilim dünyası, önce büyüklerin bir araya gelip tokalaşmalarını ne zaman önerecek dersiniz?
Ahmet ÇEVİKASLAN

