Çocuk Postası
-
Vitus: Kendi Yıldızını İzlemek
Vitus; 2006 tarihinde Fredi M. Murer tarafından çekilen bir İsviçre filmi. Vitus; müziğe olan yeteneği özel piyano dersleriyle desteklenen ve yüksek standartlı bir disiplin içinde büyütülen 6 yaşında bir erkek çocuk. Ailesi dışında bir de büyükbabası var hayatında. Zaman zaman onun yanına kaçar, uçaklara ve uçuşa ilgisine tanık olur. Sinema dili ile “mentor / yol gösterici” olan ve çocuksuluğu sayesinde torunuyla kolay kaynaşan büyükbabasından bir hayli de feyz alır, ondan öğrenir “kendi yıldızını izlemeyi”. Ailesinin verdiği bir davette, anne babasının isteği ile misafirlerin önünde piyano çaldıktan sonra hayatının akışı değişiverir. Çünkü, annesinin kibirli deyişi ile “bütün dünya bilir ki, harika bir çocuk”. Müzik öğretmeni, okulu, bakıcısı değişir. Eş zamanlı olarak…
-
Beyazcamda Lokman Hekimcilik
Medya olarak tanımlanan kitle iletişim araçlarının kimi durumlarda 4. Kuvvet olarak adlandırılması boşuna değil. Televizyon kanalları; aynı anda çok daha geniş kitlelere ulaşabilmeleri ile gazeteler ve dergilerden daha üstün bu konuda. Popüler kültürün gündem maddelerini belirliyor, biçimlendiriyor, hatta sonlandırıyorlar. Kitlelerin duygularını, düşünme biçimlerini, tercihlerini dönüştürebiliyorlar. Dönüştürme biçimi de ilginç. Öncelikle; “şok, inanılmaz, …… “ türü seslendirmelerle izleyenin limbik sistemi bir güzel zıplatılıyor, o duygu yoğunluğuyla ekranın karşısına oturan zavallı da, sunulan malumatı zihninin süzgecinden geçirmeden yutuveriyor. Ondan sonra da, malumatsunarın niyetine göre; ekranda gördüğüne hayran olmakla nefret etmek arasında bir tavıra konuşlanıyor. Ekranın sadece pasif izleyicileri yok elbette, her fırsatta boyunu gösteren müdavimleri de var. Zapladıkça öğreniyoruz ki; memleketimiz, akla…
-
Servis Kuşağı Çocukları
2004 yazındayız. Yer: Ölüdeniz. Büyükşehirlerden gelme tatilciler olarak bir safari turunun ciplerini doldurmuşuz, köyleri aşıyoruz. Cip kafilelerinin; resmi geçit gibi geçişlerine alışkın olan köy çocukları yol kenarına dizilmişler, her gruba yaptıkları muziplikleri sergiliyorlar. Cipleri ıslatanlar, ıslananların çığlıkları, fotoğraf çekenler, poz verenler, şeker isteyenler, ciplerden şeker fırlatanlar, her kaviste ciple beraber midesi de zıplayanlar; curcuna tam gaz; sizin anlayacağınız. Bu şamata içinde uzaktaki bir manzara dikkatimi çekiyor. Boyu 100 cm’i geçmeyen 4-5 yaşlarında bir kız çocuğu boyundan büyük bir karabaşı kendisine oyun arkadaşı yapmış; çekiştiriyor, hırpalıyor, azarlıyor, karabaş da fazla direnemeden peşinden seğiriyor. Yakın bir mesafede; (annesi ya da yakın bir akrabası olduğunu tahmin ettiğimiz) büyük bir hanım ise hiç istifini…
-
Büyülü Fenerin Şirinlik Muskaları
Özel bir kolejin herhangi bir odası. Ayşecik (Zeynep Değirmencioğlu); az önce hediye edilen oyuncak bebek kucağında, babasına üzgün gözlerle bakar: –Demek tam bir sene, bu odada oturup, bu yatakta yatıp, seni düşüneceğim, geri dönmeni bekleyeceğim baba. Kamera sağa yönelir. Babası Kemal (Sadri Alışık) panjurlu pencerenin önünde, diz planda, ayakta durmakta, elleri pantolon ceplerinde, kızına yarım dönmüştür, onu yanına çağırır, önündeki masanın üzerine çıkartır; “bu ayrılığın her ikimizin de iyiliği için olduğunu unutma” cümlesiyle bağladığı muhteşem bir veda konuşması yapar. Her cümlesinde sesi daha çok titrer, gözyaşı daha da aşağılara iner. Birbirlerine sarılırlar. Ayşecik de derin derin iç çekmeye, gözyaşı dökmeye başlar. Kızının boş bakışlarını görüp, onu ikna edemediğini düşünen Kemal;…
-
Tepkisel Bağlanma Bozukluğu: Depresif Anne, Otistik Çocuk
Otizm; günümüzde sık görülen bir gelişimsel bozukluk. En son araştırmalar her 150 çocuktan birinde otizm belirtileri olduğunu öne sürüyor. Otizmin en belirgin özelliği iletişimde bozulma olması. Otistik çocuk; çevresi ile iletişime kapalı, fazlası ile kendi halinde ya da bu iletişim uygunsuz. Konuşması ya hiç gelişmiyor ya da son derece yetersiz bir dil becerisi var; diyalog başlatamıyor veya ilerletemiyor. Konuşamamanın açığını kapatacak bedensel iletişimden de yoksun. Yüz mimiklerini, jestlerini kullanarak da olsa derdini anlatamıyor. Duygusal ve bedensel karşılıklılık çok zayıf. Annesi dahi olsa; gülümseme, sarılma vb davranışalar verdiği tepkiler yaşıtlarına göre normal değil. Bunlar yanında; el çırpma, ani sesler çıkarma vb basmakalıp davranışlar sergilemeleri, cansız nesnelerle daha ilgiliyken canlı figürlere karşı…
-
Yıldızların Merhameti
Çocukluğunun bir döneminde; evlerin üstü açık damlarında ya da balkonlarında, bakışlarını gökyüzüne dikip yıldızları seyre dalmayanımız var mıdır? Hiç zannetmiyorum. Yanıp sönen bu küçük noktacıklar hayal gücünüzü o kadar zorlar ki; erişilmezlik, sessizlik, umut, şamata, hayranlık ve sair duygular birbirine karışır sırt üstü gök altı sohbetlerde. En çok da şans ile ilişkilendirilmesine bayılırım bu noktacıkların. İlle de bir dilek tutulacak, bütün hayalperestliğinizin gücü aşkına. Yıldızlar da, dilekler de birbirinin peşi sıra kayar atmosferin boşluğuna. Tutulan dilekler havaya boşuna yazılır çoğu kez ama çocukluğumuzun bu şirin eğlencesinden de vazgeçecek değiliz ya. Yine yatarız, yine bakarız, yine sayarız. Gökteki yıldızlar ihtiyaca ne kadar cevap veriyor; bu tartışılır. Ama Yeni Dünya’nın iki ayaklı…
-
Siber Familya
İnsanoğlu doğayı ve teknolojiyi önce kendi emri altına aldı. Şimdi de daha fenası kendisini teknolojinin emrine sunmaya başladı. Nereden mi aklıma geldi? Amerikan Savunma Bakanlığı “sanal anne baba programı” hazırlatıyormuş. Niye Savunma Bakanlığı? Bush’un teki; askerleriyle Irak’ın, Afganistan’ın çocuklarını tepeden inme bombalarla annesiz babasız bırakırken, kendi askerlerinin Amerikan pasaportlu çocukları, binlerce kilometre uzaktaki anne babalarının özlemine daha iyi dayansınlar diye bu işi askerlere vermiş de ondan. Ne yapacakmış bu program? Anne babalarıının yokluğunda, onları özleyen çocuklarını avutarak hasret gidermelerini sağlayacakmış. Şimdi bütün bilgisayar familyası cümbür cemaat ayağa kalkmaz mı? “Bir tek bebelerinizi avutmadığımız kalmıştı, diye?” Ya da “zaten senelerdir en mahrem diplerinize girdik, hepinizi 25 senedir avutuyoruz, biraz da bebelerinizi…
-
Die Weinenden Jungen (Ağlayan Çocuk)
Yetmili ve seksenli yıllarda orta halli Türk ailelerinin duvarlarını süsleyen bir “Ağlayan Çocuk” resmi vardı (Bkz). Orijinal adı da “Ağlayan Çocuk / Die Weinenden Jungen / Crying Boy” olan, İtalyan ressam Bruno Amadio’ya ait bu resim, o dönemin Türk aile kültürüne özgü bir popüler “kitsch” haline gelmiş ve geldiği gibi, kendiliğinden kaybolmuştu. Sürekli önünden geçen aile bireyleri, ne anlama geldiğini, kim olduğunu hiç bilmezlerdi, merak da etmezlerdi. Çünkü resim üzerinden kendi hissettikleri yeterliydi. Ortalarda görünmeyen bu çocuğun kim olduğunu sadece evin minikleri merak ederdi. Pek çoğu da ağabeyi ya da bir akrabası zannederek ciddi ciddi kıskanırdı. Yalnızca evlerimizde değil; otobüslerin arka camlarında, bakkalların raflarında, kasaplarda dana etlerinin yanında da bolca…
-
Cin Fikirli Gutenberg
Sekizinci yüzyılda Japon imparatoriçe Shotoko; Budizm metinlerini Çin alfabesiyle bastırır. Yine aynı çağlarda bir Çinlinin porselen harflerle baskı yapmayı denediği bilinmektedir. Aynı uygarlığa sınır komşuluğu yapan Uygurların da dokuzuncu yüzyıldan itibaren baskı yaptığı bilinir. Doğunun zenginliğini görmezden gelerek, bütün uygarlık tarihinin kendisinden başladığı illüzyonuna insanoğlunu inandıran Batı toplumu, matbaa makinesinin icadını da 600 yıl sonraya, 1450 tarihine çeker ve cin fikirli Johann Gutenberg’e mal eder. Gutenberg, ortağı Fust’un sermayesiyle tek tek metal harflerle seri baskı tekniğini uygulamaya başlamıştır o tarihlerde. Dönemin feodal toplumunda ise çocuklar, erişkinlerle eşdeğer bir konumda yaşam sürmekte, aynı ortamlarda yaşamaktadırlar. Yani çocuk ile büyük denktir. Hiçbir büyüğün ya da anne babanın, çocuğunu steril ortamlarda “özel” yetiştirmek…
-
Şiddet Çağının Çocukları
Seksenli yıllardan bugüne çocuk ruh sağlığı uzmanları ve eğitimcilerin kafalarını oldukça yoran bir problem var: Bullying. Bu terimi dilimiz için daha anlaşılır kılmak üzere farklı karşılıklar bulunabilir. İsterseniz “kabadayılık” olarak tanımlayalım, isterseniz de “gözdağı vermek” ya da “cebir” diyelim. Bu terimlerin hepsi anladığınız kapıya çıkıyor. En basit tanımı ile korkutarak baskı yapmak veya birilerinin yaşamına zarar vermek amacı ile sık ve uygunsuz yere güç kullanmak anlamına geliyor. Yani ortada bir kıllanma ve zor kullanma durumu var. Ama burada kastedilen, yaşıtlar arasında veya aynı ortamda yaşayan çocuklar arasında, genellikle de okul ortamlarında gözlenen cebir halleri. Yirmi yıldır ABD’li, Avrupalı bir sürü bilim adamını aldı mı bir merak. Şaşırıyor adamcağızlar. Nesi var…