
Vitus: Kendi Yıldızını İzlemek
Vitus; 2006 tarihinde Fredi M. Murer tarafından çekilen bir İsviçre filmi.
Vitus; müziğe olan yeteneği özel piyano dersleriyle desteklenen ve yüksek standartlı bir disiplin içinde büyütülen 6 yaşında bir erkek çocuk. Ailesi dışında bir de büyükbabası var hayatında. Zaman zaman onun yanına kaçar, uçaklara ve uçuşa ilgisine tanık olur. Sinema dili ile “mentor / yol gösterici” olan ve çocuksuluğu sayesinde torunuyla kolay kaynaşan büyükbabasından bir hayli de feyz alır, ondan öğrenir “kendi yıldızını izlemeyi”.
Ailesinin verdiği bir davette, anne babasının isteği ile misafirlerin önünde piyano çaldıktan sonra hayatının akışı değişiverir. Çünkü, annesinin kibirli deyişi ile “bütün dünya bilir ki, harika bir çocuk”. Müzik öğretmeni, okulu, bakıcısı değişir. Eş zamanlı olarak Vitus’un direnişleri de başlar. Ev içinde bir iki defa isyan eder bu dayatmalara ama kimsenin umurunda olmaz. Ne zaman ki okulda bazı davranış sorunları baş gösterir, ondan sonra fark ederler Vitus’daki değişimi. Başına gelen bir kazadan sonra, piyanoya ilgisini ve performansını kaybeder (çevresi böyle zanneder). Ancak ondan sonra anne babasının baskısından kurtulur ve kendi yıldızının peşinde koşma fırsatı bulur.
Vitus; çocuklarla ve ailelerle çalışan profesyonellerin izlemeleri gereken bir film, çünkü günümüzün anne babalığına ayna tutan yanları oldukça fazla: Dahi çocuk büyütme iddiasındaki ebeveyn profili, bu standartlara pasif agresif davranış sorunları ile direniş gösteren haylaz bir çocuk, ailenin oyunbozanı ama çocuğun rehberi rolündeki büyükbaba.
Ne kadar da tanıdık tipler, değil mi?
“Biz, onun iyiliği için…..” diyerek dayatmacı stilini haklı çıkarmaya çalışan anne baba modeli bizler için pek yabancı değil.
Daha da korkuncu var: Medeniyetimiz nereden nereye gelmiş ama anne babalar çocuklarını bildikleri gibi biçimlendirme talebini / dayatmasını hiç elden bırakmamışlar. Ailenin kurumsallaşmadığı ilkel avcı toplumu, çocuğu da kendi kaderine bırakacak kadar hoyrat imiş. Ortaçağ ve Rönesans anne babaları da çocuğu itaate zorlamak adına şiddetten çekinmemişler. Modern toplum anne babaları bile ellerini kollarını eskisi kadar kullanmasalar da çocuğu manipülasyonlarla / hileli manevralarla yönetmekten geri durmuyorlar.
Üretim biçimleri değişmiş, rejimler değişmiş ama taş devrinden yonga devrine dek gelinen binlerce yıllık medeniyet sürecinde anne babaların çocukları üzerindeki mülkiyet iddiası hiç değişmemiş. Dini buyruklar, yasalar ve diğer iktidar argümanları da bu iddiayı hep desteklemiş.
Biyolojik kan bağları, aileye vurgu yapan sosyal politikalar, çocuğun güvenle geleceğe hazırlanması gibi gerekçelere dayandırıldığında; anne babaların çocuklarını yönlendirme gereksinimleri anlaşılır bir durum. Herkes kendi çocuğunun mülkiyetini sahiplensin. Zaten kimsenin de aksini iddia ettiği yok. Ama bunu bir de çocuklarına sorsak.
İnsanoğlunun kendi yavrusu ile kurduğu bağlanma ilişkisi doğada yer alan bütün memeliler ile benzerlikler gösteriyor. Ama bizim anne babalarımızın diğer memeli türlerinden önemli bir farkı var: Vahşi doğanın bireyleri biraz palazlanan yavrularını bir an önce doğanın acımasız koşullarına, kendi başının çaresine bakmaya bırakırken, bizim ebeveynlerimiz mülkiyet iddiasını bırakmaya uzun süre yanaşmıyor. Hele ki bu zamanda.
Eski çağlarda çocuğun bireyselleşmesi diye bir algılamamız yoktu, çünkü sınırlı bir mekana doğan insan yavrusunun anne babasının kaderini yaşamaktan başka şansı da yoktu, önündeki istikbal seçenekleri de önceden belliydi.
Günümüzün çok kalabalık, çok sınavlı, çok imajlı toplumu ise sıkı bir kariyerden geçme koşulu ile çocuklarımıza parlak gelecekler vaat edebiliyor. Bu da zamane anne babaların gözünü parlatıyor ister istemez.
İyi yetişsin de egemen düzende yer kapabilsin diye çocuğunu biçimlendirmek adına her saniyesine, her tavrına müdahale hakkını kendisinde gören anne baba profilinin ortaya çıkışı ile çocuk odaklı kapitalist pazarların ortaya çıkışı aynı zamana rastlar. 20. yüzyılda öyle pazarlar yaratıldı ki; sanki bu pazarın hedef gösterdiği oyuncağa, kıyafete, filme, şampuana, kitaba, okula, mesleğe, uzmana müşteri olmayanlar kötü anne baba olacak.
Bunun yanında; insan haklarını, demokrasiyi, bireysel haklar ve özgürlükleri merkez alan politikalar da anne babaların iyi çocuk yetiştirme heveslerini destekledi.
Madalyonun bir tarafında dış dünyadan aldığı motivasyonlar ile hareket eden ebeveynler, diğer tarafında ise birey olma / kendisini gerçekleştirme çabasındaki evlatları.
Pek çok anne baba kariyer toplumunun vaat ettiği seçeneklere o kadar heves ediyor ki kendi (çocuğunun) gerçekliğinden uzaklaşıyor. Klinik ortamlarda, bütün üstünlükleri ve zaafları ile çocuklarını “şahsına münhasır bir birey” olarak görmeleri önerildiğinde ise “doğru söylüyorsunuz ama çevre işte” diye itiraf ediyorlar teslimiyetlerini. Kendilerini sorgulayan çocuklarını da “daha mı iyi bileceksin?, sık biraz dişini” tekerlemeleri ile susturuyorlar.
Oysa bilmiyorlar ki egemen düzenin nimetlerinden alabildiğine yararlanması için yetiştirilen çark dişlileri; uygarlık çizgimize tek bir nokta bile koyamadılar bugüne kadar.
Bedeller ödeme pahasına çevresine meydan okuyan; sorgulayan, damgalanmayı, can vermeyi göze alan, ille de kendi yıldızının peşinde koşan Vitus’lara borçluyuz medeniyete dair neyimiz varsa. Onlar egemen iktidarların söylemlerine başkaldırdıkça daha çok kavradık dünyamızı, kendimizi, fiziği, kimyayı, felsefeyi, estetiği, edebiyatı, güzel sanatları, vesair zenginliklerimizi.
Filmin son sahnesin bugünün anne babalarına çok sıkı bir mesaj vererek sonlanır. Kendi kullandığı uçakla müzik öğretmeninin evinin önüne iner Vitus. Yani önce uçmayı başarır, ondan sonra da ailesinden gelen gökkuşağının altına girmeye razı olur.
Bizim anne babalarımız da farkında olsalar keşke; kendi yıldızının peşinde gitmesine fırsat vermediğimiz çocuklarımızın, çarkın herhangi bir dişlisi olmanın ötesinde bir varlığı olamayacağını.

