
Anneye Ağıt
Kimsesiz çocukları barındıran koruma evlerinin duvarları, tiz sesli iç çekmelere çok yabancı değildir.
Kimi zaman sayıklamaların da eşlik ettiği bu gece hıçkırıkları; uykuya dalamayan ya da yakalandığı kabustan çıkamayan küçük bir kalbin karanlığı delen ağıtıdır sanki.
Evet, ağıttır. Sayıklamaların baş kahramanı olan annelerin hatırasına çok inceden yakılan, derinlerden sunulan….
Geride kalan ve gelmeyecek olanın peşinden…
Asla konuşulamayan ve belki de konuşulması da istenilmeyenin peşinden…
Körpe beyinlerin ve toy yüreklerin en derinlerinde gizlenen duyguların karanlığı delen tiz sesli senfonileri de sadece karanlıkla paylaşılır, sessiz sedasız ve kimsesiz…
Ağıtların kimsesizliği mahremiyetindendir. Sadece ve sadece onlara aittir, kimselerce duyulmasın istenir.
Hayallerin, kabusların masalsı içerikleri de genellikle birbirlerine benzer: sımsıkı sarılan bir anne, beyaz gelinlik içinde bir anne, bazen de giderek uzaklaşan bir anne.
Gönül de koyulsa, öfke de duyulsa, her durumda bir anne.
Karanlığın senfonisi; ziyaretlerini sürekli erteleyen anneye sitemin bestesidir kimi zaman, kimi zaman da hedefi olmayan bir öfkenin.
Belki doğar doğmaz, belki de sonraları; kendisini yaşamın bir noktasında bırakan annenin yüzü bile anımsanmaz olmuştur artık. Bir fotoğrafın verdiği çağrışımla tatmin olmak ya da soğuk kelimelerle anlatılmış bir silüeti sevmek zorundadır bellekler.
Kurumlarda kalan çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki; kurumda büyümenin verdiği sevgi açlığı ve yabancılaşmanın getirisi, yabancılarla birebir ilişkilerde nasıl davranacaklarını bilememeleri, yani sınır sorunları yaşamaları.
Biraz sevgi gösterenlere karşı arsız dilenci ruhlarının hemen köpürmesi de bundandır, biraz sınır koymaya kalkışan büyüklere karşı kolayca saldırganlaşmaları da bundan.
Her iki durumu da asimilasyonla terbiye etmeye çalışan empati yoksulu büyüklere hiç girmeyelim. Onlar yaptıklarının doğruluğuna sorgusuzca biat ederler her zaman.
İstanbul metropolünün ve başka şehirlerin karınca sürüsü gibi insan kalabalığı ise her evde, sokakta, mahallede anneler, babalar, oğullar, kızlar olmak üzere başka başka mecralarda akar.
Kurum çocukları; bayramlık ana haber bültenlerinde duygusal ‘ratingler’ uğruna ziyarete özendirilen acıması bir kimlikten öte anlam taşımaz onlar için. Adlarını; yurttan kaçıp Taksim’de fuhuşa zorlanan genç kız, ya da yurttan kaçıp kap kaç çetesinde çalıştırılan delikanlı olarak bilirler, o kadar.
Öyle ya; bütün marifetleri fuhuş, kapkaç ve suç sayılan bilumum marifetlerin başrolünde olmaktır. Başka zamanlar ve mekanlardaki güzel sahnelerde rol alabilecekleri akıllara bile gelmez.
Oysa; yüzlerce kurumda barınan ve ıskartaya ayrılmadan büyümeye çabalayan binlerce çocuk çok daha duru ve iyimser bakmayı başarabilir dışarıdaki karınca sürüsüne, hatta çokça da imrenerek. Annelerinin yoksunluğunda içlerinde biriken sevgiyi, güvensizliği karşılarına işi gereği çıkan birkaç büyükle tatmin etmelerinin gerekçesi de bu imrenişin yansımasıdır.
Hayat ise her yerde devam etmektedir.
Aynı tarihlerde; toplumun cinnet geçirmiş başka bir coğrafyasında; annesinin yüzünü görmeye tahammül edemeyen hasta ruhların elinden çıkmış anne cinayetleri sütun sütun gazete manşetlerine yazılır.
Annesinin yüzünü sadece rüyasında görmeyi başarabilen kurum çocuklarının küçük kalplerinden çıkan ağıtların gazetelere yazılma şansı yoktur, onlar her gece sadece havaya yazılır.
Bütün annelerin ve anne adaylarının anneler günü kutlu olsun.
Ahmet ÇEVİKASLAN

