Çocuk Postası

Die Weinenden Jungen (Ağlayan Çocuk)

Yetmili ve seksenli yıllarda orta halli Türk ailelerinin duvarlarını süsleyen bir “Ağlayan Çocuk” resmi vardı (Bkz).

Orijinal adı da “Ağlayan Çocuk / Die Weinenden Jungen / Crying Boy” olan, İtalyan ressam Bruno Amadio’ya ait bu resim, o dönemin Türk aile kültürüne özgü bir popüler “kitsch” haline gelmiş ve geldiği gibi, kendiliğinden kaybolmuştu.

Sürekli önünden geçen aile bireyleri, ne anlama geldiğini, kim olduğunu hiç bilmezlerdi, merak da etmezlerdi. Çünkü resim üzerinden kendi hissettikleri yeterliydi. Ortalarda görünmeyen bu çocuğun kim olduğunu sadece evin minikleri merak ederdi. Pek çoğu da ağabeyi ya da bir akrabası zannederek ciddi ciddi kıskanırdı.

Yalnızca evlerimizde değil; otobüslerin arka camlarında, bakkalların raflarında, kasaplarda dana etlerinin yanında da bolca yer işgal etmişti bu popüler kitsch’imiz.

Ben; bu resmin, Türk insanının kırsaldan kente göçü ve gecekondulaşma serüveninde önemli bir yere denk düştüğüne inanmışımdır her zaman.

Gelenekselden modernleşmeye, feodaliteden kentleşmeye, geniş aileden çekirdek aileye dönüşmeye zorlanan göç toplumu yetişkinlerinin tercihiydi Ağlayan Çocuk. Şehir kültürüne ayak uyduramayan hane halkı yerine ağlayan bir geçiş nesnesiydi sanki. Ya da onların geride bıraktıkları çocukluklarını sembolize ediyordu. Hiçbir kazanca hizmet etmeyen, son derece naif bir duvar dekoruydu, o kadar.

Geçen hafta içinde gazeteler ve televizyonlarda yer alan bir video görüntü aklıma getirdi bu resmi. “Türkiye Bu Çocuğu Konuşuyor” anonslarıyla verilen bir haberde; önceden dolduruşa getirildiği belli küçücük bir kız çocuk “Atatürk öldü, biliyor musun?” benzeri cümlelerle hüngür hüngür ağlatılıyordu.

Popüler kültür zaman zaman önümüze böyle kahramanlar getiriyor. Önceden paketlenip sunulan bu kahramanları değerlendirmeden önce bir süre beklemeyi tercih ederim. Çünkü; bütün memleket ahalisi ayinsel bir katarsise ve empati zehirlenmesine zorlanır böyle zamanlarda. Sizden gelecek karşı hipotezler “erken / lüzumsuz öten horoz” rütbesine demir atmanıza bile neden olabilir.

Öyle ya; çocuğu çıkarmışlar ekranlara, vatana millete sevdiriyorlar, belki –beraber pişiren, yiyen anne babası da nasiplenir diğer yandan, ne diye sulandırasın ki bu durumu.

Kameraya aynaya bakar gibi bakan, ölüm kavramını bilmeyen küçücük çocuğu haber yapmakta nasıl bir tutarlılık var, muhabirin umurunda değil. Belki de “tutarlılık” kavramının kendisi de umurunda değil. Cümle alem biraz tıklasın, biraz hıklasın yeter.

Ben beklemeye devam ettim. Acaba Türkiye bu çocuğu hala konuşuyor mu diye? Ne gezer? Çoktan unutmuş da, konuşacak başka çocuklar bulmuş. Disko Kralı keşfetmiş bu kez gündem çocuğunu. Yıkmış bütün zapları Malatyalı bir sabinin üzerine; bir masaların üstünde, bir ceket ceplerinde, rap yapsın, türkü çaksın, Türkçeden Kürtçeye, Allah ne verdiyse artık.

Çocuk görüntülerinin çeşitli dramatizasyonlara konu olması yeni bir şey değil. Zeka özürlü çocukların reality show larda sergilendiğini, 6 yaşındaki çocuğun dansöz kıyafetleriyle kanal kanal dolaştırıldığını, sokak çocuklarının sahipsiz kediler gibi haber malzemesi yapıldığını, kurum bakımındaki çocukların bayramlık ajitasyon nesnesi olduğunu ve daha pek çok örneği defalarca gördük, bu gidişle de tam gaz devam edecek gibi.

Bu tür haber ya da görüntülerinin karşımıza gelmesi anlaşılır bir durum. Herkes kendi işini yapıyor. Televizyoncu haberini izletecek, gazeteci okutacak. Bol rating, bol tıklama olarak geri dönecek. Belki birkaç günlük sansasyon toplum dinamiklerini de biraz harekete geçirecek.

Ne güzel!

Türkiye, kimi zaman bu çocuğu, kimi zaman öbür çocuğu konuşuyor. Ama altta yatan dinamikler gerçeklikten uzak, tutarsız ve sadece sansasyonel niyetlerle olduğu için sadece uzaktan görüneni konuşuyor.

Zabıtadan kaçarken trafikte can veren mendilci çocuğu konuşuyor. Ama çocuk işçiliğinin ülkemizde ne boyutlara ulaştığını, Türkiye’nin, imza attığı uluslararası anlaşmalara uyup uymadığını konuşmuyor.

Yenidoğan ünitelerinde peşpeşe can veren bebekleri “skandal” cümlelerle konuşuyor. Bu problemi yaratan sağlık politikalarını, piyasalaşan sağlık hizmetlerini konuşmuyor.

Okulsuzluk problemini sadece Aktütün Köyü’nde konuşuyor. Okul ve öğretmen yetersizliğinin bu ülkenin tamamının yüz yirmi yıllık ayıbı olduğunu konuşmuyor.

Mitinglerde, sokak çatışmalarında ellerine pankartlar, taşlar tutuşturulan, şehit cenazelerinde asker üniformaları içinde haykırtılan çocukları konuşuyor. Onları psikolojik savaş malzemesi yapan ucuz politikaları konuşmuyor.

Amcadan, dayıdan hamile, şansı varsa köyün delisiyle baş göz edilen, şansı yoksa intihar süsüyle öldürülen ergen kızları konuşuyor ama bu sapkınlığı yaratan ve sorgulamayan feodal ahlakı konuşmuyor.

Seksen suçtan sabıkası olan çocuğu konuşuyor. Çocuğunu suç çetelerine kiralayan ailelerin yoksulluğunu konuşmuyor.

Türkiye; çocuklarını, can verdikçe, taciz edildikçe, dayak yedikçe konuşuyor, sınavlarda patladıkça, şiddetten çatladıkça konuşuyor, uyuşturucu tacirlerine, namus sahtekarlarına kurban oldukça konuşuyor.

Bruco Amadio’nun fırçasından çıkmış Ağlayan Çocuk en az yirmi yıl kaldı duvarlarımızda. Rating kaygımız yoktu, kalbimizin derinlerinde bir noktaya denk düştüğü için de samimi empatimizi esirgemedik.

Şimdiki Ağlayan Çocuk’lar ise 24 saat bile gündem işgal etmiyor 2000’ler Türkiyesi’nde. Çünkü; tutarlı bir ideoloji ve analitik düşünce yeteneğinden yoksun, bilgisiz orta zekalılar güruhu, önceden ambalajlanmış bu hazır paketleri kendisinden istenilen süre içinde ve beklenen dozda seviyor, üzülüyor, eğleniyor, geçici katarsisini yaşıyor ve yeni paketi beklemeye geçiyor.

Ahmet ÇEVİKASLAN